EAB-Hoşgeldiniz-EAB

28 Şubat 2010 Pazar

Difenbahyalar Yapraklarından Ağlar

Ohoooo hohoho sende mi gitti
Bu gidişin ardından katılasım geldi
Hey,of sevgilim diyemem ardından
Sulak toprakları da çiğnetmem sana
Hangi çölde baş gösterdiyse dikenlerin
Git orda yak bedevinin bahtsız olanını
Kanatmazsın belki ama kalır içte o hainliğin…Bilirsin!
Ve unutulmazsın bu yüzden yolduğun papatyalarda.
Hehehe sen papatyaları severim dediğinde anlamalıydım
Sadece kopardığın için yapraklarını bağlıydın onlara
Üzgünüm sevgilim bu gece ayrılığın köklerini ıslattım
Büyüdü biraz difenbahya gibi
Sorarsın şimdi neden onun gibi?
Difenbahyalar yapraklarından ağlar güzelim
İnsan gibi
Yapraklarından…

Kalınlaşmış otsu gövden bu kış bebeğim
Ama kaç parmak olursa olsun belin
Senin ömründe diğer yeşiller gibi bir senedir…

Hoşça kal
Kurumuş yapraklarınla budadım seni dün gece
Kaldın saksınla bir karış anca , belki beş parmak
Baktım toprağına elime biraz gübre geldi
Sonra lanet ettim…Ben nasıl bir şeyi sevdim…
Haha sevgilim saksılarına difenbahyalar diktim
Dinlerler sevgilim sen gibi kapatamazlar gözlerini
Sen sorarsın neden şimdi?
Çünkü difenbahyalar yapraklarından ağlar sevdiğim…

…Difenbahya…

EAB(Alef)

27 Şubat 2010 Cumartesi

Çöl rüzgarı

Hiç durma es çöl rüzgarı ama

Önce dinle şikayetimi
Son sözleri ve derdi hiç bitmedi
Birinin tasası diğerinin nazı
Şu ömrüm hep ona buna üzülerek geçti
Sırtımda taşıdım M.Akif’in küfesini
İstanbul’un Sis’i bir banaydı sanki

Karlı derken güneşli yollar çıktı önüme
Hendekler bir deve boyu bir karış bacakla geç denildi
Atlayabildiğimi geçtim ama
Birileri itince,müstakbeldir ölüm
Tanışmaktan kaçamadım

Karasızdım her gece uyumaya
Korkusu sarardı zihnimi
Kahvaltıda rafadan yumurtamı tadamamanın
***
Bir sabah daha farklı uyandım güne
Çıplaktı tüm bedenim
Arınmış aşktan ve kederden
Yeni bir kader yazmış bana O.
Sadece beni düşünmüş.
Beklediğim el gibi sırtlamış en derinden
Bir çöl esintisinde vurmuş beni başka bir uca
Bırakıp gitme çöl rüzgarı
Elinde büyüdüm ben

Sahi çok sevdim ya ben seni
Aşkı şiirlere sığdıramayacak kadar çok
Kaybolmuşum çöl rüzgarı
Bu sıcakta tenimde esintine ihtiyacım var.

Sulak yerlere koyma beni asla
Anlamam o zaman kadrini kıymetini
Arada bir hurma ağacı altına serpiştir ruhumu
Ama sen hep es çöl rüzgarı

Çöl rüzgarı vur beni bir daha Marmara’ya
Ne sis kalsın ne de tekmelenecek bir küfe
Ardıma bakmama izin verme
Ne var ne yok sen yık çöl rüzgarı
Alıştım sana ve desteğine
Ensemde olsun tenin
Özlemeyeyim seni
Özletme kendini…

EAB(Alef)

25 Şubat 2010 Perşembe

Kadın Vs. Erkek(Duygusuzdur Erkek)


Ölmedikçe ölümü göze almanın hiçbir önemi yok

Kara dağları aşmadıkça görünen güneşle avunulmadığı gibi

Yanıma gel acil konuşmalıyız dedi kadın
Müsait değildi genç gözlerine hakim olamazdı
Onu karşısında görmek hasetti gözleri için
Dokunmak elleri için
Konuşmak klişe kelimelerle
Hakaretti tenine…

Kadın hesap sordu yaptıklarına
Muhtarının hesabını sordu köyünün
Kendisine yazılmış şiirlerinin aslının kime lütuf edildiğini

Boynunu büktü genç güne bakan çiçekleri misali
Kalbi dakika dakika çitlenerek kırıldı
Sana bile diyemedi
Sevgisini kelimelerle anlatmayı sevmezdi
Erkek duygusuzdu kaderi yoktu çünkü
Ağlayamazdı töresi izin vermezdi
Ve tutamazdı sevdiğinin elini maçoluk öğretisi yıkılmadığı için…

Kadın su gibi acımasızdı
Çatlakları yararak ilerledi
Geçtiği delikleri birer birer pisliklerle tıkadı
Ki erkek sonra başka bir suya izin veremedi
Erkek barajların kapısını kendi açtı
Teslimiyetçiydi ruhu
Bedeni her ne kadar dinlemeyip kalbi
Dikildiyse metçe(!) karşısına kadının
Bir o kadarda yıkıldı dayanamadan taşkınlara
Ve öğrendi sonra
“Taşı delen suyun gücü değil azmiydi”

Taşkın sonrası kadın okyanusuna çekildi…

Gece telefonuna sarıldı gömleğini atıp kenara erkek
Kelimeler yetmiyordu onun terimlerini anlatmaya
Aşk desen üç harfliydi yetmezdi bir çok duyguya
Sevgi basitti anlamı.
Tabiatta olmayan bir şeydi onun ki
1-3-5-10 mesajlık karakter derken tek tuşla sildi hepsini
Gururu gördü erkek yine insaflıydı çünkü duygusuzdu(!)
Beni diler misin dedi?
Kadın şaire nazire yaparcasına
Cımbız ayna odasında süsleniyordu
Dünya umurunda mıydı?

Telefonu avuçlarıyla kavradı
Öyle tanımıştı ki erkeği
Parmakları arasında vur kaç mesajları attı
Sub zero attı yılanını ve kıskacıyla bir ileri bir geri itti onu
Ne gidebildi erkek ne kalabildi
Vatandaşlığı olmayan bir mülteci gibi…

Aşk bu ihlalleri her harekete tabi olabilirdi…

Kadın kararan gözlerle ertesi güne baktı
Bir amazon gibi girdi okuluna
Ağzında zafer çığlıkları
Yüzünde geceden kalmış savaş boyaları
Ve bir başka tenin düşmüş izleri
Çünkü duygusuz olandı erkek(!)
O gün gelmedi erkek
Sonra ki gün gelmedi erkek
Ertesi gün gelmedi erkek
Bir hafta sonra gelmedi erkek
Sonrada yoktu zaten…
Bilmeyenler için yine duygusuz olandı erkek
Gitmişti evet kaçmıştı ona hakim olmak çabasından
Ama bilmiyordu kimseler
Yorgundu erkek
Ve dayanamadı,başka bir yerde,başkasını
Böyle sevemedi
Sevemedi…

Erkek haykırıyor şimdi…
Duyuyor musun
Ne kadar duygusuz ne kadar içten
Ne kadar gururlu ne kadar çaresiz
Ne kadar güçlü ne kadar yardıma muhtaç…

Özlediğin duygular vardır adını koymaktan korktuğun zamanında
Cebelleşirsin pişmanlıkla…

EAB(Alef)

Hoşçakal(Yazan:Ayşe İrem Uslu)

Bir anda kayboldu sözler

Ne yazılabilirdi , ne söylenilebilirdi
Ancak, susulmalıydı
Susmalı ve tekrar kaybolmalıydı boşlukta
Böyle yaşanmalı
ama böyle ölmemeliydi...

Yine de Ölüyordu insan sustukça
Oysa ne yalan söyleyecek cesareti
Ne de doğruyu söyleyecek gücü kalıyordu bazen...

Bazen en içteyken
En dışta kalabiliyordu insan.
Dizlerinin üstüne düşüyordu bazen
Bazen,kaybetmeyi kazanmak kadar seviyor;
Kaybetmeyi yeğliyordu...

İnsan bazen
Kazandığında kayben,oluyordu aslında.
Düşününce-çok sonra düşünmeyi akıl edince-
Anlıyordu ancak...
ancak ve ancak geçmiş,giden gibi geri gelmiyordu....

İnsan bazen saf dışı kalabiliyordu
Bazen çok acımasız,
Bazen de çok acınacak halde olabiliyordu...

Geri dönmek istediğinde anlıyordu,
Yitirilmiş şeylerin çok çok gerilerde kaldığını...

Onu içinde yaşatarak yitirdiğini hem de..
Onu kendi kayboluşunda bulduğunda
Yitirdiğini...

Ve her şey bittiğinde
anlıyordu,nedense hep
Masum ama en suçlu olduğunu
Büyümeyecek;büyüyemeyecek
Bir çocuk olduğunu...

Yine de umutla baktığı gözlerde
Şevkat arardı,bir nebze olsun. İnsan işte...
Özler,özler,özler...
Oysa sözler özlemleri anlatamaz ki..
Çünkü sözler,gideni geri getirmez.
Ama sözlerdir ancak ve ancak
Acıyı en derinden kanata kanata tekrar yaşatan...
***
Ve ben hayatım boyunca
Seni hep kaybettiğim yerde aradığım gibi,
o sözü de arayacağım.
diyebilmek için.

Sana bir söz söyleyeceğim
ve çekip gideceğim.
Seni o sözde bana getireceğim,
Başka bir zamanda başka bir diyarda.

Bir an için kaybetmiş gibi bulup
Sevineceğim...
HOŞÇAKAL !.. *

Yazan:Ayşe İrem Uslu...

22 Şubat 2010 Pazartesi

Çocukça Aşk

Bir çocuğun aşkıydı onun ki...

Şekeri alınınca hevesi kırıldı...
Nostaljik bir anıydı sevgili gözünde...
İskele karşısında macun satan amcalar geldi...
Hevesle istedi annesinden…
Leblebi tozu diler gibi...
Peri tozları büyüledi göz kapaklarını...
Geceleri kukuletalı amcayı bekledi uyumak için...
Aşk onun için bir masaldı ve çocukça bitti...

EAB(Alef)

20 Şubat 2010 Cumartesi

Bende Senin Gibiyim Ey İnsan!

Bende senin gibiyim ey insan
Sadece iki ayağım üzerinde dengede duramıyorum
Rüzgarlar efendimse
Yere secde ediyorum
Dur durak bilmez çarpıntılarım
Ritimsiz kalbimin esiri oluyorum

Sarkıtlar ve dikitler arasında kaybolmuşum
Labirent gibi gelmiş avcumun içi
Kendi ruhumda toz duman

Artık sözlerimin sonu hep ünlem,
Haykırışlarım bir pandomim.
Kesilmiş kulaklarım görmez gözlerim.
Esir halkın masum temsilcisi rolünde
Kahraman olup ölmek peşindeyim.

Her kazancın yolunda olduğu gibi bir pişmanlık
Ölüm yolunda da giden hayata üzgünüm
Çare yoksa ölmüşe olmuşa
Bu hayatta en biçareyim


Sonraları!!!

Bende senin gibiyim ey insan
Ayıbımdır artık darbelerin hükmü geçmesi vücudumda
Ve sebebidir kayboluşlarımın cahilliğim

Bende senin gibiyim ey insan
Dua edemeyişim utandığımdan
Ellerim yakarışta
Gözüm oynaşta

Bende senin gibiyim ey inan
Sadece iki ayağım üstünde dengede duramıyorum
Oda ağır hasarlardan

EAB(Alef)

İSTANBUL

Farklı dillerin aynı anlama gelen kelimeleriydi İstanbul,
Bir diğerini ötekine anlatmak için.
Yalnız kalmış bir tiryaki gibi dolaşmaktı Nevizade çıkışlarında
Asortik olsan da sarhoş olunca kedi önünde ceketini iliklediğini göstermek için.
Üstadın Sisine inat günün doğuşunu izlemekti

Taşı toprağı altın diyeretkten
Kaldırım taşı söküp polis avlamaktı.
Boğaza bakan bir yamaca park etmek arabanı
Sevişmekti sabaha kadar sevmesen de bir kadınla
Sonra bırakmaktı kağıt gemilerle günahları.

İstanbul farklı olmaktı o kadar benzerinin arasında
Beyler beyi motorunu Venedik gondoluna tercih etmekti
Boğulma korkusunun tadına varmak endişesiyle

Toplumcu olmaktı köküne kadar her şiirinde
Ama görünce Alibey’i anlamaktı kifayetsizliği
Sonra taşımaktı sanat kaygısını
Yaşamaktı Pera’yı…

Bir İstanbulluyu sevmek gerekmezdi Aşık olmak için
Ya da burada camiiye girmek için Müslüman olmak şartı yoktu…


EAB(Alef)

13 Şubat 2010 Cumartesi

Yazmak Zor Değil


Para kazanamadığınızda kimsenin gülünç olduğunuzu düşünmediği tek iş yazmaktır...


Jules RENARD

Yazmak için duygu gereklidir...
Yazıların mimarı bir insan değildir kağıt ve kalemin onun malzemesi olmadığı gibi.Yazmak için taslaklar ve bazen birikimlerde yetmez.Bazen düşünmekte yeterli olmayabilir.
Duygu seli der kimileri.Bir volkanın patlaması gibi.Coşar ya masum kalp.Önce ruhu sonra beyni ve bedeni hapseder.O zaman istemesenizde elinize bir kalem tutuşturulur.Nerden geldiğini bilmediğiniz bir kağıt önünüze düşer.İşte ozaman yazmanız gerekir.Çünkü o anda bedenen sıfırsınızdır.Yaptıklarınızı ve yapacaklarını çekilmiştir terazilerin uçlarından.Günahlar ve sevaplar terketmiştir sizi.İlk günkü gibi beyaz ve temizsinizdir.
O anda özlersiniz geçmişi.Anlarsınız karşılamanız gereken beklentileri.Sevmeniz gereken insanları birden seversiniz.Hatta o kadar abartılır ki sevmemeniz gerekenleri de seversiniz.

Yazmak için susmak gereklidir...
Yazarken ihtiyacınız olan tartışmak,bilgi paylaşımı yapmak değildir.Onlar bir masada duran kalemlikler olabilir.Oysa kağıda yazan kalemlerin ta kendisidir.Mesele o kalemler ulaşmaktır.
İçinize attığınız dertlerdir yazdıklarınız.Eğer içiniz bir yayla kadar geniş ve açıksa ozaman yazamazsınız.Çünkü yazmak onların bilemediklerini,duyamadıklarını,yaşayamadıklarını onları,kağıdın içine atarak yaşatmaktır.
Oysa konuştuğunuzda herşey duyulmuştur ve inanın siz rahatlamışsınızdır.Ahmet Haşim gecelerin prensi...O melankolik bir yazardı.Yok olmuş gerçeklerini içinde büyütürek hep gömdü.O gömdüklerini gün geldi şiirleriyle,gün geldi hikayesiyle bize bıraktı.Hiç düşündük mü?Acaba Ahmet Haşim bize neleri anlatmadı.
O kendisini içine kapattığında neleri anlatmak istedi ama başaramadı.Ahmet Haşim neden yazdı.Peki Ahmet Haşim neden Ahmet Haşim!?
Tek ve net bir cevap var...O sustu.Kalemleri konuştu.

Yazmak için yaşamalıdır,görmelidir...Hayaller beslemelidir...
Her yazar yazdıklarına bir “ben” eklemelidir.Eğer bir yazıda yazar yoksa okuyucu kendisini unutulmuş hisseder.Çünkü yazarlar okuyucunun kendisi olmalıdır.Yazar yoksa okuyucu hiçe sayılmıştır.
Thomas Bernhard...O hastane hayatının kralıydı.Kralı olmasa bile saray ahalisinin önde gelenlerinden.Neden peki?Neden o?Yaşadı.Yaşarken kendisinin yaşadığını hissetti.Hastanelerde geçen hayatını boşa savurmadı belki hastalığı sevdi.Yazmayı ona bir tutku haline getiren hastaneler onun ibadethanesi olmuştu.Edebiyat bir dindi çünkü.O ise bu dinin din adamlarından bir tanesi.
Horace McCOY.Atlarıda vururlar isimli bir şaheserin sahibi.Bilmeyenimiz yoktur o kitabı.Filimleri çekildi,gazetelerde eleştirileri hep olumluydu.Kitapta sattı hani.
Oscar’ı ise filmi topladı.
Neden?O orda Amerika’yı yaşadığı gibi anlattı.Kendiside ordaydı,sevdiği kadında,insanlarıda.

Edebiyat bir dindir...Yazmak ibadet etmek...Yazarlık ise bu işi başaranların yaptığı din adamlığıdır...İbadet yerlerimiz kütüphaneler,yayın evleridir...Kitaplığımızsa bizim seccademizdir...(EAB)

Tarihçi kaydeder ama romancı yaratır...
E.M Foster


EAB(Alef)

8 Şubat 2010 Pazartesi

Yıllara Vefa

Edebiyat sadece aşk şiiri değilmiş...

Güzel geçti bir şubat günü daha
Gülüp eğlenirken unuttuk üzüleceklerimizi
Kinlerimiz bir an olsun çarmıha gerildi
Birbirimizin suratına bakıp çocuk çocuk güldük bugün

Usul usul mahallenin sokaklarını adımladık
Önümüzden geçenlere bilmiyormuş gibi bakıp bu ne dedik
Karşıdan karşıya geçerken dost önce sola bak deyip
Onun için endişelendik
İlk kez kimsesiz kalma korkusunu değil de
Birimiz olmadan kalma korkusunu yaşadık

12 sene olmuş dile kolay
Üzülmüşüz,küsmüşüz ama hep unutmuşuz
Şimdi hatırladık onları,olanları…

Öğrendik hayat lüks kafelerde
Kaliteli içeceklerde bitmiyormuş
Sokakta belki bir bankın üstünde
Belki o’nun kapısının önünde
Hatta dün gece olduğu gibi
Bir oralet içinde eğlenceli oluyormuş

Parasızlıktan zevk alıp dalga geçmeyi onlarla öğrenmiştim, hatırladım
Bir kutu kolayı paylaşmayı,
Kimi zaman ise tonla paramız olmasına rağmen
Hepsini bir arkadaşımızın ufak bir hayali için harcamayı…
Onlarla emek harcamayı onlarla vaki geçirmeyi özlemişim…

Selam olsun dostlar…Eyüp,Çağrı,Yusuf,Tugay,Fuat,Y.Emre

EAB(Alef)

4 Şubat 2010 Perşembe

Bir Yalnızın Minik Günlüğü

Yalnızın Minik Günlüğü

Her bırakış esarete doğru bir adımdır
Daralan çevrende her insan giderken bir parmaklık eklemektedir hayata
Yalnızlığa çakılmış olan kazıklar etrafında arttıkça
Anlarsın tanıdığın her insan ayrı bir özgürlüktür

Korkmaya başladığın an tek kalmaktan
Hareketsizleşmeye başlarsın
Bir çivi gibi saplanırsın hayata
Eğilir,bükülürsün ama kımıldayamazsın

Dayanılmaz acılarla karşılaşırsın
Bir yokluğun esaretinde
Şirin bir tebessüme muhtaç yaşarsın
Görebildiğin masum yüzlere geçmişi sorarsın

Ziyarete gelenler olur
Ama sen alışmışsındır kırmaya
Gelen giderse bir daha dönmez geri
Pişmanlıksa çok sonra çıkan bir hastalık gibi sarar vücudu
Yıllar sonra

İdama muhtaçsındır
Çekilmezdir hava ciğerlere
Zehirli gazlar gibi acı ama
Öldürmez inatla bağlar hayata

Yalnız kalmak gidenlerin suçu değildir unutma
Kalanların hataları olmasa
Tek kişiye ait olur muydu hayat...



Çokta umrumda...
Çokta umurlarında...



Ben giderken arkamdan su dökenler o su yerden nasıl buharlaştıysa bende öyle buharlaştım.
Hoşçakalın...
Belki bir gün yağmur olur yağarım...
EAB(Alef)

1 Şubat 2010 Pazartesi

Zindan Ve Ölüm

Son zamanlar,hiç akmaz oldu

Geceler sonu olmayan zindan
Ruhlar ise şafak vaktini bekleyen mahkumdu
Ellerimde kelepçeler
Ayak ucumda gözlerimden kara gülleler

Sözlerin bu tellerin arasından ulaşmıyor artık bana
Kablolar tenine duyduğum hasreti gidermiyor
Sonu gelmiyor sensiz uyuduğum gecelerin
Ve yorganlar sarılmıyor bana kolların gibi
Artık rüzgarda ne nefesin gibi ne dokunuşun
Bulutlar sen gibi ağlamıyor ben kaçıp gittiğimde
Tanrı bile senin kadar şevkat göstermiyor bana

Son sözlerim istendiğinde adını kekeleyemiyorum
Dilim damağım kurumuş bir su istiyorum
Hayat bu ya işte daha acımasız
Yudumlarım boğazımdan yere damlıyor
Giyotin mi beni öldüren sessizlik mi bilmiyorum ama
Kalbim hala aynı kanıyorum…

Sonsuzluk ebedi kucağını açmış bana
Zafer sonu cariye elde etmiş kral gibi
Pis pis sırıtıyor ve soyuyor bedenimi ruhumdan
Tertemiz gördüğüm düşler altından tonlarca is akıyor
Ateşe karışıyor yol üstünde katılaşan yalanlarım,hayallerim ve bedenim
Tuzlanmış alev gibi cehennemim
Ruhum bir ekmek hamuru gibi pişiyor içerde
Her kopan parçam başka bir yerde büyüyor ve yanıyor…

Ölümde farklı değil
Sen olmayınca çekilmiyor

EAB