EAB-Hoşgeldiniz-EAB

10 Aralık 2010 Cuma

AMEMUS'U ANLAMAK VE ANLATMAK


AMEMUS’U ANLAMAK VE ANLATMAK
 Aslında yaklaşık bir haftadır bekliyorum bu konuda bir şeyler yazmak için.Nedir bu konu? Sayın Şükran Moral’in Amemus isimli performans gösterisi bahsetmek istediğim. Olayı bilmeyenler için kısa bir özet geçeyim okuduklarımdan ve sanatçının yaptığı açıklamadan öğrendiklerimle.147 izleyicinin davet edildiği bir gösteride kırmızı tüllerle betimlenmiş bir hol sonunda yatakta çıplak bir kadın bekler.Bir süre sonra kadınımızın yanına Şükran Hanım gelir ve sevişmeye başlarlar.Aynı anda iki kamera ve fotoğraf makineleri çekime başlar.Gösteriyi yarım bırakanlar, boş boş bakanlar ve sevemeyen kişilerden oluşan topluluk pekte iyi yorumlar da bulunmamış açıkçası ama sanatçının yaptığı açıklamadan aslında yaptığının hem modern sanat anlayışına paralel olduğundan hem de ciddi bir mesaja sahipliğinden bahsedilebilir.
Biz bunu istiyoruz sanat bize istediğimizi veriyor
 Peki terbiyemizi bir Amemus mu bozdu? Yoksa milenyum kültürü yeni hissediliyor da onun bir rahatsızlığı mı var? Olmadı filmler de çekilen yalanın, şarkılarda ki sözlerin, bilinçler de ki isterikliğin yansıması rahatsız etti birilerini.Daha doğrusu birileri içlerinde ki sapkınlıkla karşılaşınca bunu kabul edemedi.
 Tek elle kopça çözüp zor olan kızları yiyen, amcasının eşiyle yatan, tecavüz görmek için diziler izleyen sanat meraklısı bunları yapan sanatçı da Sayın Şükran Moral mi sanatçı değil?Halk bunu isterken sanatçının görevi halkı doyurmak değil mi?
Sonuç
 Şükran Hanım bu performansında bize sarılan, öpüşen bir çift gördüğümüz de onlara porno film izler gibi izlememizi eleştirmiş.Bize sanki seks yapmıyormuş gibi yaşamamamız gerektiğini biraz uç örneklerle anlatmış.Bu yönüyle bu performans bir lezbiyen ilişkiden öte bir mesajın çevresine örtülmüş surdur.Görülmesi zor bir sur.Kimine göre kalın kimine göre ince şeffaf bir sur…

EAB(Alef)

1 Eylül 2010 Çarşamba

Ne güzel affediyorsunuz?

 Ne güzel affediyorsunuz?
 Referandum nelere gebe kaldı böyle.Tabi dört bir yandan tecavüz edilince kendisine en tenha sokaktan en kalabalığına bulanıklaştı o saflığı.İnsanlar bilmiyor ki göremiyor ki bu bulanıklıkta saklı olan gerçekleri. Her neyse klasik maddelerden bahsedin mevzusuna giresim hiç yok.Anlatmak istediğim şu af olayının saçmalığı.
 Dün sabah gazetelerde bir tecavüz vakası okudum.
 Baş rolde Rahşan affıyla serbest kalmış bir katil vardı…
 Bir afla ödüllendirilmiş orta yaşlı mı desem genç mi desem bir adam…
 Bu af olayını ben anlamıyorum arkadaşım! Kim kimi ne hakla affediyor. Şimdi kendini bilmez biri canice suçlar işleyecek zaten ite kaka işleyen hukukumuzda zar zor ceza alacak ve sen bunu affedeceksin.
 Bu adam/kadın birinin kızına/oğluna tecavüz edecek,öldürecek,gasp edecek,kaçıracak kısacası can yakacak ve sen çıkıp bunu affedeceksin. Kusura bakmayın ama bu yetkiyi kimden alıyorsunuz? Suçlu denilen arkadaş size bir zarar vermedi ki siz kim oluyorsunuz da zararı gören kişinin yerine onu affediyorsunuz. O ana o ağabey o dost o eş peki sizi affedecek mi? Siz bunun hesabını verebilecek misiniz? Üç beş kişinin oyunu toplamak için binlerce kişinin ahını alıp gönlünü kırmayın.
 Unutmayın ki bu genel af sevgilisi için oğlunu öldürüp tarlaya atan kadını…
 Münevver karabulut’u canice öldüren katili…
 Doğuda polise silah çekeni,asker öldüreni…
 Belki beş yıl sonra sizin canınızı yakacak kişiyi de sokaklara salacak…

 Affetmek Allah’a mahsustur…
 Oy için affedenler karanlığa mahkumdur…


 EAB(Alef)

23 Temmuz 2010 Cuma

Tanrı'nın düşü

Bir düş kurdu tanrı
Cennetin arka bahçesinden
Hüznü tefrikalar halinde yayınladı
Son sayısında öldürdü başkahramanı
Karambolde doğdu insan
Ve doğuş hep bela ile anıldı
Son sayıda geldiği için insan
Başkahramanı hiç tanımadı
Bir düş kurdu tanrı
Cennetin arka bahçesinden
Düşüne itafen yarattı Mecnun'u
Koşsun diye Leyla peşinden
Ve bilerek kavuşturmadı aşıkları
Havva ve Adem haricinden
Son tefrikada öldü başkahraman
Ondan okunmadı esamesi aşkın...

EAB(Alef)

28 Haziran 2010 Pazartesi

Kurumuş yapraklar ve sonbahar esintisi ve şairin dediği gibi keşke bu sebepten sevseydim seni

 Son bahar esintisi sarmış yine odaları
Sen mi geçtin evimden
Yatağımda ıslak bebek kolonyası var
Yatmadan önce mi sürdün
Çarşafa bulanmış

Saatler kurumuş yapraklar gibi gösteriyor zamanı
Yoksa saçların dolanmış akrebe ondan mı
Siyah akıyor zaman
Saat altıda doğuyor da güneş
Altıdan önce mi batıyor
Sen saçlarını da alıp gidiyorsun
Her sabah ötmeden kalbim
Dediğim gibi kapkara akıyor da zaman
Saçlarından mı yapraklardan mı

Düş taneleri dizilmiş inci kolyene
İmitasyondu inciler boynunda
Düşlerinde mi öyle!
Bir bulut gibi kokuyor gerdanın
Düşlerinde öyle!
Dokunduğumda yükseliyor gözlerine
Alçak hava basıncın
Yağmurlarla dönüyor dünyama
Bir daha yağmamacasına

İçten içe esen yelin
Serinletiyor beni
Şairin dediği gibi
Keşke bu sebepten sevseydim seni…


EAB(A
lef)

27 Haziran 2010 Pazar

Sorgusuz ve İki Sualsiz

Saklı arka bahçede sorgusuz.
Ve sualsiz bir adam var başında katilin
Bahçe ufak bir ampül ile aydınlanmış
Sigara içmiyor iyi polis
Kötü polis ise o kadar kötü ki
Bahçesinde ot yetiştiriyor

Biri geçerken selam çakıyor polislere
Ama elleri kelepçeli kaldıramıyor tam başına
Gülüp duruyor sorgusuz
Ve sualsiz polislere
İyi polis neden güldüğünü sorarken
Kötü polis gülme lan diyor

Korkmuyor sorgusuz
Ama sorulabilecek soru yok
her şeyi kabul ediyor
Bitsin şu çile senelerce yatarım diyor
İyi polis tutuyor ensesinde
Lan it diye bağırıyor
Kötü polisin içi acıyor
O anda güp sesi başı masaya sürtüyor sorgusuzun
Canı yanıyor belli inlemelerinden
Yeni gelinin çığlıkları gibi
Acıyor kötü polis
Bahçesine uzanıyor çaktırmadan
Bir dal koparıp otu yakıyor ama ucunu
Dayıyor burnuna
Kafa güzel sorgusuzun

Selam çakıyor geçen biri
Elleri kelepçeli
Ot kokusunu duyuyor 
Belikli onunda kafa güzel,gülüyor …

EAB(Alef)

20 Haziran 2010 Pazar

Topraklarında Savaş Var

Geçmez artık ayaklarım ezdiğin topraklardan
Farklı bayraklarda yaşar sensiz bedenim
Ruhumun milleti bir olsa da
Vatanında anılmaz adım
Belki özlersin de o zaman
Hatırlarsın hikayemi

İşgal altında kalmış dün gece tenin
Özgürlük için yudumladığın kadehler
Başka bayrak altında sonun olmuş
Bağırmışsında duymamış kimse
Yıkılmış kurduğun son devlette
Tarihte kitaba konu olmuş…

Katledilmiş bütün halkın
Gururun beklide soykırıma uğramış
Ama
Gönlünün büyükleri çözüm bulamamış
Teslim olmuş,düşmüş kalen

Şimdi bu öfke uyandırdı beni
En güvendiğim askerimle geldim sana
Belki açarsında kapılarını diye
Yüklenmedim o kadar sert
Himayesine girmişsinde onun
İzin vermemiş kurtulmana
Güçlenmişsinde o kanatlar altında
Hala kirlisin…
Dikkat et sevdiğim
Bugün bayraklarım iner topraklarında da yarıya
Belki özlersin de o zaman
Hatırlarsın hikayemi…



EAB(Alef)

17 Haziran 2010 Perşembe

Son Günler



SON GÜNLER
 Hafif bunalmış bir atmosferim var. Kaynağını bulamadığım bir sis arkasında kalmışım.Bu sefer bulutlar benim değil ve kara.Kısacası başkasının kara bulutları çökmüş üstüme.Son günler bu son günler hayatın hani o sonsuza giderken alınan limitlerine benzeyen son günler…
 Bu son günler hiç çekilmiyor. Birde üst üste gelirlerse daha bir bunaltıcı oluyor. İşte o zaman sarıyor sizi kaynağını bilemediğiniz bulutlar.
 Bölüm 1’i YGS olan sınav maratonun Bölüm 2.a’sı bu cumartesi. Ayrı bir karamsarlık istiyorsanız ve düşüncelerinizin berraklığı sizi duru görüye kadar götürdüyse emin olun bir kez bu sınavı denemelisiniz hayatınız hiç olmadığı kadar adrenalin dolu, hiç olmadığı kadar inişli çıkışlı geçecektir. Hatta bu stres size sevdiklerinizi kaybettirip yeni bir hayat yaşamaya teşvik edebilir, maraton sonunda intihar için sebep bulmanıza yardım edebilir.
 Son günler ve o kadar zor günler… Yaz tatiline girmektir öğrenci için kışın bitişi. Yılın temmuzu, haziranı derecenin 30’u 40’ı fark etmez. Çünkü resmiyet kazanmalıdır yaz. Belki de bundandır karnesinde tekrarı senenin tescil edilmiş öğrencinin buruk sevinci. İşte bu sene bu buruk sevinç yok bende belki lise hayatımın ilk teşekkürüyle dört yılı bitirmem beklide o lanet GAL’dan kurtuluşumdan. Olmasa da bir burukluk son günler isimli genel sıfatın stresi sıkıyor içimi. Olur ya aksilik korkusu işte o var bende. Ne olabilir diye sormayın cevap ise yok bende. İşte sıkıntı+stres son günler fobisini oluşturmaya başladı bende.
 Birde mesaili yaşamın bitip özgür hayatın başlayışı var ki bu sıkıntı mutluluğun arkasına en iyi gizlenenidir. Öyeledir ki en güleç anınızda sizi anaç insanlara muhtaç eder. Uyanırsınız sabah on birde duş-kahve-yemek derken bugün ne yapıyordum dersiniz bir ajanda ve ya blok not arar gözleriniz. Beyniniz bilir iş güç olmadığını ama inanmaz inanmanızı da istemez.İşte unutmadığınız bir şeyi unuttum mu diye düşünmek bu güzel günün hevesini baltalayan gelgittir.Gelen ama gitmeyen bir düşüncedir aslında gelgitten öte.Çünkü bu beyin çatışması gün boyu farklı yerlerde başka şekillerde sürecektir.Bu sebepten geç başlaması çok önemlidir.Tavsiyem(bana ait bir çözümdür) geceden yarın bir aylak taklidi yapacağımdan işim gücüm yok ileriye dair de bir plan yapmadım diye not alın.Böylece hayatı ne kadar boş geçirdiğinizi görüp dolu mu geçekti acaba telaşından kurtulursunuz.Her neyse işte bu karambole giriş içinde son günlerim…
Bu son günler en zor günler…

 Sevgilerle büyüklerim için saygılarla…


EAB(Alef)

10 Haziran 2010 Perşembe

DİKKAT İNSAN VAR

AFRİKA AÇIK HAVA MÜZESİ…
 Dersler ve diğer oyalayıcı aktivitelerden zaman kaldıkça internetten gazeteleri takip ediyorum.Hepimizin bildiği gibi en genelinden en yereline her gazetenin internet sayfasında galerileri var.Burada güncel ve ya genel konuların multimedya olarak yayınını yapıyorlar.İşte bu galerilerden birinde dolaşırken ünlü ve ya amatör fotoğrafçıların çektiği resimler dikkatimi çekti.Hepsi ilginçti ve kendisine hayran bırakıyordu.Biraz baktıktan sonra zihnim bazı şeyleri geçte olsa algılamaya başladı.İki üç resimden birinde Afrika’da açlık çeken insanlar ağırlıklı olarak çocuklar vardı.Bu resimlerin burada sınırlı kalıp kalmadığını öğrenmek için başka sayfaların galerilerine de baktım bu fotoğrafların türevleride oralarda kendine yer bulmuştu.
 Beş-Altı yaşlarında olduğum zamanları hatırlıyorum.Televizyonda Safari’den dönen gezginlerin fotoğrafları yayınlanırdı.Onlara da hayranlıkla bakardık.Şimdi aynı Safari’de ki hayvanlara baktığımız gibi hayranlıkla ama boş ama vicdansız gözlerle açlık sınırını negatif yönde ihlal etmiş ağırlıklı olarak çocukların yer aldığı fotoğraflara bakıyoruz.İnsanlar Afrika’ya Sahrayı,piramitleri,Nil’i,hayvanları görmek için değil orda acımasız dünyanın kalıntılarını görüp onlar üstünden para kazanmaya gidiyorlar…
 Afrika’da ki acımasız hayat oyunu kuzeyin gelişmiş ülkeleri için sadece bir açık hava müzesinin animasyonu gibi algılanıyor ve ülkelerinde sergileniyor…
 Yer:Afrika Açık Hava Müzesi
 Konu:Belki bu fotoğraftan sonra ölürüm…

EAB(Alef)

8 Haziran 2010 Salı

Lisede İdol Bulmak

 Boşu boşuna yorulmanın çabalamanın gereği yok aslında.Her şey yorgan gitti kavga bitti bağlamında bir düğüm. Kimin neyin peşinde olduğuysa hiç önemli değil.Peşi olan bir şey olsun yeter önde.Zihin onu takip etmeye hazır her daim…
 O yüzden yapma idoller var.Kimimizin bir sanatçı kimimizin ise ünlü bir siyasetçi.Birde nesnel idoller var(Nesnel İdol:O dönemde yorumsuz herkesin idolü).Diğer adıyla popüler,kısa süreli idoller… Örneğin beş yıllık bir iktidar partisinin lideri,bir yarışmanın yarın unutulacak dünkü birincisi,ergenlikte sevilmeyen orta yaşta anlanılabilen baba vb. ama dikkat edilmesi gereken şu ki idol ve seçimi hakkında lise çağında inanılmaz bir bunalım var.
 Daha kavramın anlamını öğretmeden gençlerin hayatı kavramasını isteyen düzende,kişilik çatışması içinde  öğrenciler birde yol çiziyorlar kendilerine.Bu nerden mi aklıma geldi? Dün lise mezuniyet törenim namı değer kep töreni vardı.Orda kısa bir sürede aklıma gelenleri süsleyeyim dedim.
 Ben ve yaşıtlarım aslında idol oluşturmayı ve seçmeyi bilmiyormuşuz ve ya ayran gönüllüymüşüz.Şunu gördüm dört senede.Gitar çalmaya başlayan belli başlı dört beş gitarist ezberleyip onları örnek alıyor,yazı yazamaya başlayan siyasi bir görüşe kendisini monte edip o görüşte yazanları buluyor,sık değişen görüşler çevresinde sivrilen çocuklar popüler olan görüşün liderini seçiyor falan filan…
 Ama asıl olarak burada dikkati çeken bazı noktalar var…
 İdollerin etkilendiklerini sevmeyip,idolü örnek olan kişiler…
 Şu bir gerçek ikinci yeni okul ve dershanelerin hatta bazı kitapların diplerinde saçmalayan şiir olarak anlatılmaktadır.Bunu duyan öğrencilerde ikinci yeni hakkında atıp tutmakta saymaktadır.Aynı şekilde o zihinler her köşede popüler kültürün slov şarkılarını dinlemektedir.Aslında o kulaklar biraz dikkatli dinleyip ikinci yeniyi okuduklarında müzik ve ikinci yeninin ne kadar benzediğini göreceklerdir.Özellikle Emre Aydın fanı olup ikinci yeniye sayan arkadaşlarım bu lafım size…
 Ayrıca Garip akımına basit,Ahmet Mithat’a zayıf diyen arkadaşlarımın da  Nihat Doğan,İsmail YK dinlemesi çok değişik…
 Bunlar dışında idol seçiminde çok dikkatimi seçen bir şey vardı.
 İdolün tipini almak… Bence idol ve hayranlık aynı şey değildir.Hayran olduğun bir kişiyi dinlersin,o dönemde hoşuna gider ve onun gibi takılırsın.Benim kafamda idol daha çok düşünce yapısında var olan kişiliğin somut bir karakter tarafında oluşturulmasına yardım edendir.Bu düşünce nerden zihnime girdi derseniz idea ve idol kelimelerinin kulağa benzer gelmesinden diyebilirim.İdea düşünce alemi idol örnek alınan…
 İşte bu sebepten idolün tipine değil düşünce sitiline ve ya onun kendine has yeteneğine rağbet edilmesi gerekir.
 Yine idolün bu sebeplerden yanlış ve ya çarpık seçilmesi lise hayatında sorgulanan başarısızlığında bir numaralı sebebidir.Aramaya gerek yoktur…
 Lisede idol seçimi öyle bir hale gelmiştir ki;öğrenciler kendilerine ünlü katilleri ve cinsel yaşamı dolu ve insanlık dışı geçen “canlıları” örnek almaya başlamışlardır…

 Saygılarla…

EAB(Alef)

3 Haziran 2010 Perşembe

Hala Var Mı?

Var mı hala evde oturan
Çay içip sabah kadar televizyona bakan
Var mı hesabını sormaya yemin edip kininin
Kahvede fayans döşeyen

Sokaklar kıpır kıpır oynarken
Dalga denizde durmazken
Yumruk yumruk  akan zamanı geride bırakıp
Hala 12’de uyanan mı var?
Gece 8’de uyuyan mı var?

İstiklali görmemiş
Bir barda içmemiş
Ya da bir an sevip sevinip sokağa çıkmamış
Hala sakin gençler mi var?

Hey dünya
Etrafında uydusu olan insan mı var?
Kendi etrafında dönmeyen
Aydınlanmak için güneşe ihtiyacı olan
Bir yanı karanlık insan mı var?(!)

EAB(Alef)

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Yalanlar ve Hayaller

Taşınmıyor yalanlar
İki ten mesafesi
Gerçek olmuyor düşler
Bir nefes alış süresi
İşte bu sebepten
Sorma bana dünü
Ve öteyi...

EAB(Alef)

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Kalamam Yar

Dur
Deme
Yar gittin.
Sen kal deme
Annen değilim.
Masal anlatmadım,
Karşılıksız sevemem
Tanrı benden yaratmadı.
Seni can gibi koruyamam.

Sorgu suale hacet yoktur,
Bıraktığın evde duramam.
Bir açıklamada yapamam,
Kaybettim belki sevinirsin
Ama böyle güzel yanında
Ben kazanan aşık olamam.

“Ben deli gibi sevdim seni”
Dersem eğer birden takma
Bu yol senin tercihin
Var git alıkoyamam.
Dönerim dersen
Bir gün eğer
Bekleme
Kalmam
Ben.

                   EAB(Alef)

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Lise Tadında Aşk Hikayesi

Hastayım ciğerci kedisi gibi yaşanan bu aşk hikayelerine…
Fazlasını arayan Garfield yüreklerin peşinde koştuğu karşı cinsin lazanya görüntüsünde mide için hazırlandığı bir kurum aslında gözlerde Lise…
Kimse yadırgamasın sözlerimi ama doğru budur.
En büyük aşklar bu dönem içinde yaşanır.Tüm kızlar ya Cinderella ya da Kül Kedisidir.Bu seçeneklerin seçimi ise içseldir.Kişiseldir.Kendini öyle hissetme durumudur.
Bu dönemin ilginç özelliklerinden birisi ise yaşanan her aşkın durum içinde en büyük; durum geçtikten sonra ise sanıldığından küçük olduğunun düşünülmesidir.Aslında ortadakinin bir adı yoktur tam olarak.İsimsiz kahraman ise ne büyüktür ne de küçük çünkü o zamanlarda bunun için bir kıstas yoktur.
Göz kayması bu dönemin vazgeçilmez zevki ve bahanesidir.
Kim kime ne kadar aşık olursa olsun bir erkek için her zaman boşlukta umut vardır.Minibüste,caddede,çarşıda ufak bir göz göze gelme durumunda kendisini duruma kaptırır hemcinsim.Gariptir umutsuz aşkın peşinden de koşmaz kalp hatta o sendrom o kadar afallatıcıdır ki göz göze gelmeden sonra asıl listenin bir numarasına mesaj atılır.Bir numara özlenmeye başlanır.Değişik…
Lise tadında aşk genel olarak kalp ile başlar yatak uğruna biter.Zaten bu çağlarda aşk sadece yatak üstünde ayakta kalıyorsa(yatıyorsa) o anda yıkılmalıdır,bitirilmelidir.Aksi durumda aspirini yoktur.Zararlıdır…Reçetesi yoktur hastalığı baş ve karın ağrısı yapar…
Lise çağı ya da o kurumun üyesi olmak başka bir durumdur.O çağ yaşanılmış olsa bile üstüne zaman örtüldüğünde anlaşılmaz.Yaşayamayanlar içinse kayıp olduğu aşikardır ama bu kaybı yaşayanlara o çağı anlatmaya çalışmak için harcanan zaman onların kaybının on katıdır.Saçmalıktır…

Sevgilerimle…

EAB(Alef)

2 Mayıs 2010 Pazar

Onların değil bizim yüzümüz kızardı!!!(!)


 Bir sınav olduk yaklaşık bir ay önce…
 Ve bir sınav açıklandı iki gün önce…
 Acısı geçmeden daha başladık çalışmaya öbürüne...
 Hem biz öğrencilere hem de işin uzmanlarına göre tarihin en yüz kızartıcı eleme sınavıydı bu…
 Nedir, bir milyon sekiz yüz bin kişinin girdiği sınavda başarı gösterenlerin ikinci sınava geçeceği baraj altında kalanlarınsa seneyi bekleyeceği bir gündü YGS günü.
 İnsanın kendini yalnız hissettiği bir gün aslında.O sıraya oturunca kendini kaybedip arkamda ki ölse takmam şu sosyal sorusunu yaparım onu da elerim dediği bir sınav.
 Dünyanın en basit sınavıydı işte o kritik dönemeç.Ki bu basit sınavdan ben gibi heyecan fırtınasında savrulup vasatı aşmayan puanlar alanlar sayısız.Peki 10-15 puana yığılmanın bu kadar fazla olduğu bir sınav başka ne zaman yapıldı.Bu sınav neyi belirledi.Üniversiteye girecek olanı mı yoksa ikinci sınava girecek olanı mı?
 Üniversiteye girecek olanı desek yalnızca birinci bölümden tercih yapmayı düşünenleri etkiledi ki herkesin aklında ilk olarak dört senelikler var.O zaman ikinci sınava girmeyi planlayanları.O da değil.Neden mi?sınava giren kişi 1.800.000 yaklaşık.Sınavdan geçen 1.233.000 kişi.Şimdi bu sınav kimleri eledi.Birde etkilediği LYS puanı var ki sormayın.Çünkü sorarsanız alabileceğiniz bir cevap yok.Kimsenin bilgisi yok.Bilgi üretenler var ama onlarında cümlelerinden duydum,belki,varsay gibi kelimeler eksik olmuyor.Yani şudur ki sınav tam bir gelir oluşturmak için uygulanmış formaliteydi.Bu formaliteden de ikinci bölüme girme şansını yakalamayan(kanımca barajı aşamayan öğrencilerin çoğunluğu da hazırlanmamıştı bile) öğrenciler kaldı.
 Sınavın kolaylığı dillere destandı aslında.Heyecanlıyla sakini ayırt etmesi de oradan geldi.Ben bir heyecanlı olarak yine dibe vurmadım o ayrı.Neyse işte bu basitin basiti ki öğrenciler bilirler aynı Güvender 1 denemesi gibi sınavda nasıl olurda yanlış soru çıkar ve yanlış dedikodularına da iki kurban verir anlamıyorum.
 Sona gel artık.Acısıyla tatlısıyla hatta derin yarasıyla bu sınav da geçti.Nice sınavlara dileğiyle ayrılırken LYS’de aynı yemeği yememek umuduyla.Hoşçakalın...

EAB(Alef)

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Daha çok

Belki taşımadım dokuz ay karnımda
Bağlı değildin ezelden göbek bağıyla
Büyütüp yetiştirmedim hazıra kondum ama
Sana annenden daha çok aşığım

Bir elbise kadar çok değmedim tenine
Merhem gibi sarmadım seni
Çocukluğumda geçmedi senle ama
Sana senden daha yakınım

Geceleri düşler kadar sokulmadım sana
Yorgan gibi ısıtmadım seni belki
Yıldızlar kadar da parlak değildim ama
Unutma geceler unutulur sabaha
Ben unutulmam her sabah günaydına mazhar olduğumda

Endişelenmedim sabaha kadar eline erkek eli değmesin diye
Ya da olduğunda bir erkek yanında korkmadım
Belki baban gibi telaş yapmadım gece dışarı çıktığında
Ama hep daha hızlı çarptı kalbim
Seni Tanrı’dan daha çok sahiplendim.

EAB(Alef)

16 Nisan 2010 Cuma

YGS

Gerginlik var içimde pusmuş senenin telaşı
Sormuyorlar 365 gün nerede?
Bilmem gereken fonksiyon polinom
120 dakika süre
ve dakikada 120 nabız

Gidenler nokta nokta dağ oldu
Kurduğum hayallerse gerçekleşmeyenlerin yarısı
Seçenekler belli
A,B,C,D,E
Anıtlarımızın üstünde doğru şıklar yazılı

Sorgusuz sualsiz bir sınav düzenin adı
Ya hayal ya meyal yaşananlar
İntihar edenlerimiz bile var
Aynı trafik,deprem şehitleri gibi
Bizimde sınav şehitlerimiz var
Ak gömlek altında kanayanlarımız var…

EAB(Alef)

2 Nisan 2010 Cuma

YGS Rüzgarı Hepimizi Sardı!!!

2 hafta kaldı…Yaklaşık 2 hafta…
Şimdi kime sorarsanız sorun aklı bu entrikalar sınavında.Netler,puanlar ve tartışmaları ağızdan ağza dolaşırken son güne kadar umudunu koruyup atıp tutmalara aldırmayan insanlarda var ki çoğumuz öyleyiz.
Hepimiz bir sene önce ki öğrenme çabamızı yolda düşürmüşte kuyumcudan aldığımız öğren-unut pratik zekalarımızı kullanıyor gibiyiz.Kimimiz büyük hobilerini geride bıraktı, kimimiz yeteneklerini köreltti seneye bir kampüse(iyisinden,hakikisinden) kapağı atmak için.Elinden kitap düşmez olanlar kitabı sadece minibüslerde uyumaktan arta kalan vakitlerde okumaya başladı.Yazmaktan bıkmayanlarımız sadece edebiyat dersinde belli şairlerin şiirlerini defterlerine not aldı.Kısacası bilgiler teoride pratikte ise %80’i yanlış(yalnızca biri doğru olan) beş şıklı,sorular kaldı.
Şimdi hepimizde bir sene kaybetme korkusu var.Kırılanı,ezileni düşünmeden bir üste çıkma çabası bir bir ele geçirmiş insanlığımızı fakat bahsetmek istediğim bu değil:
Hepimiz biliriz ilk girişte sınavı kazanamamak bize hayattan bir sene, yaklaşık olarak tüm masraflar dahil 5-6 bin TL kaybettirir.Üzerimizde dolaşan artık kazan bu kadar emeğe yazık bakışları da o bir senenin promosyonudur.Bunların aslında sadece gözden çalınanlardır.Asıl kayıplar ise bu sene kaybettiklerimizi gelecek senede kaybetmemiz olacaktır.Nasıl?
-Türkiye’de yılda ortalama yedi bin kitap basılıyor ve ÖSS(YGS-LYS) senesi bir öğrenci yine yedi bin kitap geriye düşüyor.Bu öğrencinin kazanamaması durumunda sayı on dört bine çıkıyor.
-Dünya’da izlenilebilir haftada ortalama bir filmin çekildiğini varsayarsak bir öğrenci bu sene yine 52 tane film geriye düşüyor ve bu sayı ikinci sene bir kat daha artıyor.
-Ülkemizde izlenmek istediğinde zor bulunan aktivitelerden biride tiyatro yine amatör ve ya profesyonel bir çok tiyatro çekiliyor genelde her gün bir tiyatro oynan ilde öğrencinin bu oyunlardan on beşine gittiğini düşünürsek kaybı iki yılda otuz oluyor.
-Spor,edebiyat,resim vb. yetenek gerektiren dalların geliştirilmesi için bir alt yapı üstünde çalışılması gerekmektedir.Bu dönem içinde teorik bilgilerle boğuşan öğrencilerin aile baskısı ile oluşturulan vicdanlarının onları engellemesiyle bu yetenekler üstüne gidilmesi imkansızlaştırılmıştır.Kayıp ağırdır ve kanımca telafisi yoktur.Doğru mat-2 öğrenilir ama sol beyinli insanlarla yaşamaya devam ederiz.
İşte bu sağ sol seçimini öğrenci zihninde yapıyor.Ya sağ tarafı geliştirip idealist bir fakir ya da sol tarafını geliştirip at gözlüklü bir üniversite mezunu olacak.Kusura bakmayın bir senede kaybettiklerim bir seneden daha fazla olabilir…


EAB(Alef)

19 Mart 2010 Cuma

Ben Giderim

Ben öldükten sonra yaşasan ne fark eder...
Seni seven biri kalmayacak ben gidince...
Arkamdan yalvarman gerekmeyecek artık...
Kendini parçalasan bile bu beden dirilmeyecek...
Pişmanlıklar ve çaresizlik seni sararken
Oyuncağın elini tutamayacak...
Ve hoşça kal perim...
Sihrin artık faresiz kalacak...
O büyülü gözler benden başka herkese bakacak...
Toprağın altına gelirsen belki bir gün belki hemen...
Bu kara parçası hiç soğumayacak...

Burada üşümeyeceksin sadece izleyebildiğim
Yağmurlar ve fırtınalar sarsa da namert dünyayı
Sen sığınacaksın en derine
Yukarıda koruyamazken seni kalın kalın kazaklar
Burada yünsüz bir çarşaf savunacak seni
Yine sen kazandın diye…Söveceğim

Acılar çekeceğiz sevilemediğim
Belki ateşler saracak ruhumu
Yanmak ne demek en iyi ben bilirim
Ölüm kurtuluş değilmiş demek bu sebepten
Yanmak kaderse kaçılmazmış…Öğreneceğim…

Ey duy artık sesimi mezarıma bile gelmeyenim
Evinden edeceğin sade bir duayı bekliyorum
Adım belki o zaman okunur dudaklarında
Bende işte o an hissetmem yanıkları
Tenim titrer eminim sen telaffuz edince…Göreceğim

Sonrası diye bir şey yok aşkta
Bugün elini tutan yarın sırtına vurup yürü be koçum diyebiliyor
İlişkinin bittiği yerde ölmüyor kalpler
Yaralı bir kuş gibi kafesinde uçmaya çalışıyor…
Yüzüğün de ki zehre hasret şövalye gibi
Kendini ölüme hazırlıyor…

MUTLU KAL ARDIMDA SEVDİĞİM
Ben oraya da sensiz giderim…


EAB

18 Mart 2010 Perşembe

Gideli

Sen gittiğinde ben çok gençtim
Ben öldüm sen hala gelmedin
Bana edilen duaların hepsi boşa
Benim ettiklerim seni getirmedikten sonra

Boş bütün inançlar ve kitaplar
Benim dinimde resulümde sensin
Örtsün üstüme toprak niyetine rahmetin
Ve sulasın süsenleri gözlerin

Kara çarşaf giyme,örtme başını ziyaretinde
Bırak sevdiğim şekilde dalgalansın saçların
Ve yazmasın taşımda fatiha ruhuma
Sen yetersin sevdiğim arada özle beni

EAB(Alef)

9 Mart 2010 Salı

Komşu Kızı


Hey ver elini bir oyun oynayalım
Tut ya da saklanalım görmesinler çocuk olduğumuzu
Bodrumda,bakkal amcanın sandukasında
Leblebi tozları mide yolundayken
Sen komşunun kızı gel önce benim yanıma
Seni yatakta düşünmeden son kez ebelemece oynayalım
Biri büyüyüp vurmadan ötekini çocukken tanıyalım,
Safken,temizken…
Sorduklarında nasıl yapar diyebilelim

Hey ver elini kırlarda çiçek toplayalım son kez
Ya’ra,manitaya vermekten önce
Anaya sarılmayı hayal ederek
Büyümeden aşık olmadan komşu kızı gel bir kez öpeyim seni
Sonra dokunuşlarım olmaz bu kadar masum

Komşu kızı komşu kızı
Bir kez giy beyaz elbiseni
Annemizin temizleyebileceği safhada kirlenip yıkanalım
Vardı benimde uzun kollu gömleğim hatırlarsın
Komşu kızı gel de bir kez fesat bulaşmadan kalbe

Doktorculuk oynayalım
Bir anımız olsun senle sonra tanınmayız zaten 20’li yaşlara

Komşu kızı düşmeden düşürmeden
Beni mahpuslarda görmeden
Bu hayata boyun eğip tiner kokusu ardında
Leşimi koklamadan
Gel bir kez daha yanıma
Aşık olmadan ben sana
Tut elimi
Oyun oynayalım
Görmesin kimse
Bakkal amcanın sandukasında…

EAB(Alef)

6 Mart 2010 Cumartesi

28 Şubat 2010 Pazar

Difenbahyalar Yapraklarından Ağlar

Ohoooo hohoho sende mi gitti
Bu gidişin ardından katılasım geldi
Hey,of sevgilim diyemem ardından
Sulak toprakları da çiğnetmem sana
Hangi çölde baş gösterdiyse dikenlerin
Git orda yak bedevinin bahtsız olanını
Kanatmazsın belki ama kalır içte o hainliğin…Bilirsin!
Ve unutulmazsın bu yüzden yolduğun papatyalarda.
Hehehe sen papatyaları severim dediğinde anlamalıydım
Sadece kopardığın için yapraklarını bağlıydın onlara
Üzgünüm sevgilim bu gece ayrılığın köklerini ıslattım
Büyüdü biraz difenbahya gibi
Sorarsın şimdi neden onun gibi?
Difenbahyalar yapraklarından ağlar güzelim
İnsan gibi
Yapraklarından…

Kalınlaşmış otsu gövden bu kış bebeğim
Ama kaç parmak olursa olsun belin
Senin ömründe diğer yeşiller gibi bir senedir…

Hoşça kal
Kurumuş yapraklarınla budadım seni dün gece
Kaldın saksınla bir karış anca , belki beş parmak
Baktım toprağına elime biraz gübre geldi
Sonra lanet ettim…Ben nasıl bir şeyi sevdim…
Haha sevgilim saksılarına difenbahyalar diktim
Dinlerler sevgilim sen gibi kapatamazlar gözlerini
Sen sorarsın neden şimdi?
Çünkü difenbahyalar yapraklarından ağlar sevdiğim…

…Difenbahya…

EAB(Alef)

27 Şubat 2010 Cumartesi

Çöl rüzgarı

Hiç durma es çöl rüzgarı ama

Önce dinle şikayetimi
Son sözleri ve derdi hiç bitmedi
Birinin tasası diğerinin nazı
Şu ömrüm hep ona buna üzülerek geçti
Sırtımda taşıdım M.Akif’in küfesini
İstanbul’un Sis’i bir banaydı sanki

Karlı derken güneşli yollar çıktı önüme
Hendekler bir deve boyu bir karış bacakla geç denildi
Atlayabildiğimi geçtim ama
Birileri itince,müstakbeldir ölüm
Tanışmaktan kaçamadım

Karasızdım her gece uyumaya
Korkusu sarardı zihnimi
Kahvaltıda rafadan yumurtamı tadamamanın
***
Bir sabah daha farklı uyandım güne
Çıplaktı tüm bedenim
Arınmış aşktan ve kederden
Yeni bir kader yazmış bana O.
Sadece beni düşünmüş.
Beklediğim el gibi sırtlamış en derinden
Bir çöl esintisinde vurmuş beni başka bir uca
Bırakıp gitme çöl rüzgarı
Elinde büyüdüm ben

Sahi çok sevdim ya ben seni
Aşkı şiirlere sığdıramayacak kadar çok
Kaybolmuşum çöl rüzgarı
Bu sıcakta tenimde esintine ihtiyacım var.

Sulak yerlere koyma beni asla
Anlamam o zaman kadrini kıymetini
Arada bir hurma ağacı altına serpiştir ruhumu
Ama sen hep es çöl rüzgarı

Çöl rüzgarı vur beni bir daha Marmara’ya
Ne sis kalsın ne de tekmelenecek bir küfe
Ardıma bakmama izin verme
Ne var ne yok sen yık çöl rüzgarı
Alıştım sana ve desteğine
Ensemde olsun tenin
Özlemeyeyim seni
Özletme kendini…

EAB(Alef)

25 Şubat 2010 Perşembe

Kadın Vs. Erkek(Duygusuzdur Erkek)


Ölmedikçe ölümü göze almanın hiçbir önemi yok

Kara dağları aşmadıkça görünen güneşle avunulmadığı gibi

Yanıma gel acil konuşmalıyız dedi kadın
Müsait değildi genç gözlerine hakim olamazdı
Onu karşısında görmek hasetti gözleri için
Dokunmak elleri için
Konuşmak klişe kelimelerle
Hakaretti tenine…

Kadın hesap sordu yaptıklarına
Muhtarının hesabını sordu köyünün
Kendisine yazılmış şiirlerinin aslının kime lütuf edildiğini

Boynunu büktü genç güne bakan çiçekleri misali
Kalbi dakika dakika çitlenerek kırıldı
Sana bile diyemedi
Sevgisini kelimelerle anlatmayı sevmezdi
Erkek duygusuzdu kaderi yoktu çünkü
Ağlayamazdı töresi izin vermezdi
Ve tutamazdı sevdiğinin elini maçoluk öğretisi yıkılmadığı için…

Kadın su gibi acımasızdı
Çatlakları yararak ilerledi
Geçtiği delikleri birer birer pisliklerle tıkadı
Ki erkek sonra başka bir suya izin veremedi
Erkek barajların kapısını kendi açtı
Teslimiyetçiydi ruhu
Bedeni her ne kadar dinlemeyip kalbi
Dikildiyse metçe(!) karşısına kadının
Bir o kadarda yıkıldı dayanamadan taşkınlara
Ve öğrendi sonra
“Taşı delen suyun gücü değil azmiydi”

Taşkın sonrası kadın okyanusuna çekildi…

Gece telefonuna sarıldı gömleğini atıp kenara erkek
Kelimeler yetmiyordu onun terimlerini anlatmaya
Aşk desen üç harfliydi yetmezdi bir çok duyguya
Sevgi basitti anlamı.
Tabiatta olmayan bir şeydi onun ki
1-3-5-10 mesajlık karakter derken tek tuşla sildi hepsini
Gururu gördü erkek yine insaflıydı çünkü duygusuzdu(!)
Beni diler misin dedi?
Kadın şaire nazire yaparcasına
Cımbız ayna odasında süsleniyordu
Dünya umurunda mıydı?

Telefonu avuçlarıyla kavradı
Öyle tanımıştı ki erkeği
Parmakları arasında vur kaç mesajları attı
Sub zero attı yılanını ve kıskacıyla bir ileri bir geri itti onu
Ne gidebildi erkek ne kalabildi
Vatandaşlığı olmayan bir mülteci gibi…

Aşk bu ihlalleri her harekete tabi olabilirdi…

Kadın kararan gözlerle ertesi güne baktı
Bir amazon gibi girdi okuluna
Ağzında zafer çığlıkları
Yüzünde geceden kalmış savaş boyaları
Ve bir başka tenin düşmüş izleri
Çünkü duygusuz olandı erkek(!)
O gün gelmedi erkek
Sonra ki gün gelmedi erkek
Ertesi gün gelmedi erkek
Bir hafta sonra gelmedi erkek
Sonrada yoktu zaten…
Bilmeyenler için yine duygusuz olandı erkek
Gitmişti evet kaçmıştı ona hakim olmak çabasından
Ama bilmiyordu kimseler
Yorgundu erkek
Ve dayanamadı,başka bir yerde,başkasını
Böyle sevemedi
Sevemedi…

Erkek haykırıyor şimdi…
Duyuyor musun
Ne kadar duygusuz ne kadar içten
Ne kadar gururlu ne kadar çaresiz
Ne kadar güçlü ne kadar yardıma muhtaç…

Özlediğin duygular vardır adını koymaktan korktuğun zamanında
Cebelleşirsin pişmanlıkla…

EAB(Alef)

Hoşçakal(Yazan:Ayşe İrem Uslu)

Bir anda kayboldu sözler

Ne yazılabilirdi , ne söylenilebilirdi
Ancak, susulmalıydı
Susmalı ve tekrar kaybolmalıydı boşlukta
Böyle yaşanmalı
ama böyle ölmemeliydi...

Yine de Ölüyordu insan sustukça
Oysa ne yalan söyleyecek cesareti
Ne de doğruyu söyleyecek gücü kalıyordu bazen...

Bazen en içteyken
En dışta kalabiliyordu insan.
Dizlerinin üstüne düşüyordu bazen
Bazen,kaybetmeyi kazanmak kadar seviyor;
Kaybetmeyi yeğliyordu...

İnsan bazen
Kazandığında kayben,oluyordu aslında.
Düşününce-çok sonra düşünmeyi akıl edince-
Anlıyordu ancak...
ancak ve ancak geçmiş,giden gibi geri gelmiyordu....

İnsan bazen saf dışı kalabiliyordu
Bazen çok acımasız,
Bazen de çok acınacak halde olabiliyordu...

Geri dönmek istediğinde anlıyordu,
Yitirilmiş şeylerin çok çok gerilerde kaldığını...

Onu içinde yaşatarak yitirdiğini hem de..
Onu kendi kayboluşunda bulduğunda
Yitirdiğini...

Ve her şey bittiğinde
anlıyordu,nedense hep
Masum ama en suçlu olduğunu
Büyümeyecek;büyüyemeyecek
Bir çocuk olduğunu...

Yine de umutla baktığı gözlerde
Şevkat arardı,bir nebze olsun. İnsan işte...
Özler,özler,özler...
Oysa sözler özlemleri anlatamaz ki..
Çünkü sözler,gideni geri getirmez.
Ama sözlerdir ancak ve ancak
Acıyı en derinden kanata kanata tekrar yaşatan...
***
Ve ben hayatım boyunca
Seni hep kaybettiğim yerde aradığım gibi,
o sözü de arayacağım.
diyebilmek için.

Sana bir söz söyleyeceğim
ve çekip gideceğim.
Seni o sözde bana getireceğim,
Başka bir zamanda başka bir diyarda.

Bir an için kaybetmiş gibi bulup
Sevineceğim...
HOŞÇAKAL !.. *

Yazan:Ayşe İrem Uslu...

22 Şubat 2010 Pazartesi

Çocukça Aşk

Bir çocuğun aşkıydı onun ki...

Şekeri alınınca hevesi kırıldı...
Nostaljik bir anıydı sevgili gözünde...
İskele karşısında macun satan amcalar geldi...
Hevesle istedi annesinden…
Leblebi tozu diler gibi...
Peri tozları büyüledi göz kapaklarını...
Geceleri kukuletalı amcayı bekledi uyumak için...
Aşk onun için bir masaldı ve çocukça bitti...

EAB(Alef)

20 Şubat 2010 Cumartesi

Bende Senin Gibiyim Ey İnsan!

Bende senin gibiyim ey insan
Sadece iki ayağım üzerinde dengede duramıyorum
Rüzgarlar efendimse
Yere secde ediyorum
Dur durak bilmez çarpıntılarım
Ritimsiz kalbimin esiri oluyorum

Sarkıtlar ve dikitler arasında kaybolmuşum
Labirent gibi gelmiş avcumun içi
Kendi ruhumda toz duman

Artık sözlerimin sonu hep ünlem,
Haykırışlarım bir pandomim.
Kesilmiş kulaklarım görmez gözlerim.
Esir halkın masum temsilcisi rolünde
Kahraman olup ölmek peşindeyim.

Her kazancın yolunda olduğu gibi bir pişmanlık
Ölüm yolunda da giden hayata üzgünüm
Çare yoksa ölmüşe olmuşa
Bu hayatta en biçareyim


Sonraları!!!

Bende senin gibiyim ey insan
Ayıbımdır artık darbelerin hükmü geçmesi vücudumda
Ve sebebidir kayboluşlarımın cahilliğim

Bende senin gibiyim ey insan
Dua edemeyişim utandığımdan
Ellerim yakarışta
Gözüm oynaşta

Bende senin gibiyim ey inan
Sadece iki ayağım üstünde dengede duramıyorum
Oda ağır hasarlardan

EAB(Alef)

İSTANBUL

Farklı dillerin aynı anlama gelen kelimeleriydi İstanbul,
Bir diğerini ötekine anlatmak için.
Yalnız kalmış bir tiryaki gibi dolaşmaktı Nevizade çıkışlarında
Asortik olsan da sarhoş olunca kedi önünde ceketini iliklediğini göstermek için.
Üstadın Sisine inat günün doğuşunu izlemekti

Taşı toprağı altın diyeretkten
Kaldırım taşı söküp polis avlamaktı.
Boğaza bakan bir yamaca park etmek arabanı
Sevişmekti sabaha kadar sevmesen de bir kadınla
Sonra bırakmaktı kağıt gemilerle günahları.

İstanbul farklı olmaktı o kadar benzerinin arasında
Beyler beyi motorunu Venedik gondoluna tercih etmekti
Boğulma korkusunun tadına varmak endişesiyle

Toplumcu olmaktı köküne kadar her şiirinde
Ama görünce Alibey’i anlamaktı kifayetsizliği
Sonra taşımaktı sanat kaygısını
Yaşamaktı Pera’yı…

Bir İstanbulluyu sevmek gerekmezdi Aşık olmak için
Ya da burada camiiye girmek için Müslüman olmak şartı yoktu…


EAB(Alef)

13 Şubat 2010 Cumartesi

Yazmak Zor Değil


Para kazanamadığınızda kimsenin gülünç olduğunuzu düşünmediği tek iş yazmaktır...


Jules RENARD

Yazmak için duygu gereklidir...
Yazıların mimarı bir insan değildir kağıt ve kalemin onun malzemesi olmadığı gibi.Yazmak için taslaklar ve bazen birikimlerde yetmez.Bazen düşünmekte yeterli olmayabilir.
Duygu seli der kimileri.Bir volkanın patlaması gibi.Coşar ya masum kalp.Önce ruhu sonra beyni ve bedeni hapseder.O zaman istemesenizde elinize bir kalem tutuşturulur.Nerden geldiğini bilmediğiniz bir kağıt önünüze düşer.İşte ozaman yazmanız gerekir.Çünkü o anda bedenen sıfırsınızdır.Yaptıklarınızı ve yapacaklarını çekilmiştir terazilerin uçlarından.Günahlar ve sevaplar terketmiştir sizi.İlk günkü gibi beyaz ve temizsinizdir.
O anda özlersiniz geçmişi.Anlarsınız karşılamanız gereken beklentileri.Sevmeniz gereken insanları birden seversiniz.Hatta o kadar abartılır ki sevmemeniz gerekenleri de seversiniz.

Yazmak için susmak gereklidir...
Yazarken ihtiyacınız olan tartışmak,bilgi paylaşımı yapmak değildir.Onlar bir masada duran kalemlikler olabilir.Oysa kağıda yazan kalemlerin ta kendisidir.Mesele o kalemler ulaşmaktır.
İçinize attığınız dertlerdir yazdıklarınız.Eğer içiniz bir yayla kadar geniş ve açıksa ozaman yazamazsınız.Çünkü yazmak onların bilemediklerini,duyamadıklarını,yaşayamadıklarını onları,kağıdın içine atarak yaşatmaktır.
Oysa konuştuğunuzda herşey duyulmuştur ve inanın siz rahatlamışsınızdır.Ahmet Haşim gecelerin prensi...O melankolik bir yazardı.Yok olmuş gerçeklerini içinde büyütürek hep gömdü.O gömdüklerini gün geldi şiirleriyle,gün geldi hikayesiyle bize bıraktı.Hiç düşündük mü?Acaba Ahmet Haşim bize neleri anlatmadı.
O kendisini içine kapattığında neleri anlatmak istedi ama başaramadı.Ahmet Haşim neden yazdı.Peki Ahmet Haşim neden Ahmet Haşim!?
Tek ve net bir cevap var...O sustu.Kalemleri konuştu.

Yazmak için yaşamalıdır,görmelidir...Hayaller beslemelidir...
Her yazar yazdıklarına bir “ben” eklemelidir.Eğer bir yazıda yazar yoksa okuyucu kendisini unutulmuş hisseder.Çünkü yazarlar okuyucunun kendisi olmalıdır.Yazar yoksa okuyucu hiçe sayılmıştır.
Thomas Bernhard...O hastane hayatının kralıydı.Kralı olmasa bile saray ahalisinin önde gelenlerinden.Neden peki?Neden o?Yaşadı.Yaşarken kendisinin yaşadığını hissetti.Hastanelerde geçen hayatını boşa savurmadı belki hastalığı sevdi.Yazmayı ona bir tutku haline getiren hastaneler onun ibadethanesi olmuştu.Edebiyat bir dindi çünkü.O ise bu dinin din adamlarından bir tanesi.
Horace McCOY.Atlarıda vururlar isimli bir şaheserin sahibi.Bilmeyenimiz yoktur o kitabı.Filimleri çekildi,gazetelerde eleştirileri hep olumluydu.Kitapta sattı hani.
Oscar’ı ise filmi topladı.
Neden?O orda Amerika’yı yaşadığı gibi anlattı.Kendiside ordaydı,sevdiği kadında,insanlarıda.

Edebiyat bir dindir...Yazmak ibadet etmek...Yazarlık ise bu işi başaranların yaptığı din adamlığıdır...İbadet yerlerimiz kütüphaneler,yayın evleridir...Kitaplığımızsa bizim seccademizdir...(EAB)

Tarihçi kaydeder ama romancı yaratır...
E.M Foster


EAB(Alef)

8 Şubat 2010 Pazartesi

Yıllara Vefa

Edebiyat sadece aşk şiiri değilmiş...

Güzel geçti bir şubat günü daha
Gülüp eğlenirken unuttuk üzüleceklerimizi
Kinlerimiz bir an olsun çarmıha gerildi
Birbirimizin suratına bakıp çocuk çocuk güldük bugün

Usul usul mahallenin sokaklarını adımladık
Önümüzden geçenlere bilmiyormuş gibi bakıp bu ne dedik
Karşıdan karşıya geçerken dost önce sola bak deyip
Onun için endişelendik
İlk kez kimsesiz kalma korkusunu değil de
Birimiz olmadan kalma korkusunu yaşadık

12 sene olmuş dile kolay
Üzülmüşüz,küsmüşüz ama hep unutmuşuz
Şimdi hatırladık onları,olanları…

Öğrendik hayat lüks kafelerde
Kaliteli içeceklerde bitmiyormuş
Sokakta belki bir bankın üstünde
Belki o’nun kapısının önünde
Hatta dün gece olduğu gibi
Bir oralet içinde eğlenceli oluyormuş

Parasızlıktan zevk alıp dalga geçmeyi onlarla öğrenmiştim, hatırladım
Bir kutu kolayı paylaşmayı,
Kimi zaman ise tonla paramız olmasına rağmen
Hepsini bir arkadaşımızın ufak bir hayali için harcamayı…
Onlarla emek harcamayı onlarla vaki geçirmeyi özlemişim…

Selam olsun dostlar…Eyüp,Çağrı,Yusuf,Tugay,Fuat,Y.Emre

EAB(Alef)

4 Şubat 2010 Perşembe

Bir Yalnızın Minik Günlüğü

Yalnızın Minik Günlüğü

Her bırakış esarete doğru bir adımdır
Daralan çevrende her insan giderken bir parmaklık eklemektedir hayata
Yalnızlığa çakılmış olan kazıklar etrafında arttıkça
Anlarsın tanıdığın her insan ayrı bir özgürlüktür

Korkmaya başladığın an tek kalmaktan
Hareketsizleşmeye başlarsın
Bir çivi gibi saplanırsın hayata
Eğilir,bükülürsün ama kımıldayamazsın

Dayanılmaz acılarla karşılaşırsın
Bir yokluğun esaretinde
Şirin bir tebessüme muhtaç yaşarsın
Görebildiğin masum yüzlere geçmişi sorarsın

Ziyarete gelenler olur
Ama sen alışmışsındır kırmaya
Gelen giderse bir daha dönmez geri
Pişmanlıksa çok sonra çıkan bir hastalık gibi sarar vücudu
Yıllar sonra

İdama muhtaçsındır
Çekilmezdir hava ciğerlere
Zehirli gazlar gibi acı ama
Öldürmez inatla bağlar hayata

Yalnız kalmak gidenlerin suçu değildir unutma
Kalanların hataları olmasa
Tek kişiye ait olur muydu hayat...



Çokta umrumda...
Çokta umurlarında...



Ben giderken arkamdan su dökenler o su yerden nasıl buharlaştıysa bende öyle buharlaştım.
Hoşçakalın...
Belki bir gün yağmur olur yağarım...
EAB(Alef)

1 Şubat 2010 Pazartesi

Zindan Ve Ölüm

Son zamanlar,hiç akmaz oldu

Geceler sonu olmayan zindan
Ruhlar ise şafak vaktini bekleyen mahkumdu
Ellerimde kelepçeler
Ayak ucumda gözlerimden kara gülleler

Sözlerin bu tellerin arasından ulaşmıyor artık bana
Kablolar tenine duyduğum hasreti gidermiyor
Sonu gelmiyor sensiz uyuduğum gecelerin
Ve yorganlar sarılmıyor bana kolların gibi
Artık rüzgarda ne nefesin gibi ne dokunuşun
Bulutlar sen gibi ağlamıyor ben kaçıp gittiğimde
Tanrı bile senin kadar şevkat göstermiyor bana

Son sözlerim istendiğinde adını kekeleyemiyorum
Dilim damağım kurumuş bir su istiyorum
Hayat bu ya işte daha acımasız
Yudumlarım boğazımdan yere damlıyor
Giyotin mi beni öldüren sessizlik mi bilmiyorum ama
Kalbim hala aynı kanıyorum…

Sonsuzluk ebedi kucağını açmış bana
Zafer sonu cariye elde etmiş kral gibi
Pis pis sırıtıyor ve soyuyor bedenimi ruhumdan
Tertemiz gördüğüm düşler altından tonlarca is akıyor
Ateşe karışıyor yol üstünde katılaşan yalanlarım,hayallerim ve bedenim
Tuzlanmış alev gibi cehennemim
Ruhum bir ekmek hamuru gibi pişiyor içerde
Her kopan parçam başka bir yerde büyüyor ve yanıyor…

Ölümde farklı değil
Sen olmayınca çekilmiyor

EAB

31 Ocak 2010 Pazar

Andre'ye selam olsun(Andre Chenier)

Bir elinde yazıları gözlerinde ihtilalin aşkı

Boynunda çelik zırhı takılıydı

Uzanabildikçe arşa yaklaştı ayaklarının ucunda
Kalbinde Pera’nın aşkı Paris’e çok yukardan baktı
Göğün birleştiği noktada olmasa da Eiffel
Oradan selam verdi ihtilale
“Dostlarım artık özgürsünüz”

Rüyalarım iyice karışmıştı son zamanlarda
Yine bir kabusa döneceğini anladım
Karabasanlar basınca uyanamadım
Berilerden bir Fransız belirdi aydınlığı boğan ışığıyla

Edebiyatı sevmeyen kimi tavırlarıyla
Yaklaştı elinde kılıcı önünde giyotinle
Uykumda akan yaşları rüyamda yağmur gördüm
Boynu yatarken gencin giyotinde
Bir alkış koptu Fransız’ın geldiği yerden
Tanıdıktı simalar Andre için

Tuttu kafasını elindeki kağıtları bırakmadan
Bir halka baktı bir kendine bir de giyotine
-Son bu muydu Andre-
Bunun içinde çok şey vardı demeye çalıştı
Son heceyi bitirmeden ayrıldı
Başı vücudundan,
Rüyaları dünyadan,
Fikirleri hiç ulaşamadığı zihinlerimizden!!!


Andre’ye selam olsun…

EAB(Alef)